Eğitimde Kalite mi Eşitlik mi?
Eğitimde biri diğerine feda edilemeyecek iki temel beklenti olan kalite ve eşitlik, esasında bütün kamu politikalarının sahip olması gereken “adalet ilkesi” ile karşılanabilir.
Benzeri nitelikteki seçme ve yerleştirme sınavlarının hepsi gibi eşitlikçi bir karakteri olduğu varsayılabilecek TEOG uygulaması ile “tüm öğrencilerin” liselere merkezi olarak yerleştirilmesi ve “tüm okulların” tek listede puan başarısına göre sıralanmasının ortaya çıkardığı olumsuzluklar TEOG’dan vazgeçilmesini tetikleyen en önemli hususlar olarak öne çıkıyor.
Merkezi ve sözde eşitlikçi sınavların sebep olduğu belli başlı sorunları şu şekilde sıralayabiliriz:
· Ailelerin puan değeri yüzünden ikametgâhlarından uzaktaki okullara kendilerini mecbur hissetmeleri
· Görece “düşük başarılı” okullardaki eğitimci, öğrenci ve idarecilerdeki moral bozukluğu
· Okulların ve öğrencilerin etiketlenmesi
· Puan başarısına göre okullar ve öğrenciler arasında bariyerlerin oluşması
· Ulaşım süresinden kaynaklanan yorgunluk ve güvenlik riskleri
· Ulaşımda yitirilen vakit ve paranın yüksek meblağlara ulaşması
Tüm bu ve benzeri yerleştirme sürecinden kaynaklanan olumsuzluklar gerçekçi ve etkili ama özünde mutlaka adalet ilkesinden hareket eden bir sınav modeli arayışını tetiklemiştir.
Eğitimde adalet, öğrencilerin sistemin ilk basamağından itibaren genel ve özel yetenek testleri, öğretmen gözlemi, okul-aile işbirliği gibi yöntemlerle potansiyellerinin tespit edilerek ekonomik, sosyal ve bölgesel koşullarından bağımsız olarak bireysel eğitim planlamalarının yapılması ile sağlanabilir. Nesnel bir şekilde bireysel kapasitesi ve yetenekleri belirlenen bireylerin mesleki ya da akademik kulvarlardan hangisinde ilerleyeceklerini bilmeleri, öğrenci okul ilişkisini güçlendirecek ve öğrenciler üzerindeki gelecek kaygısını da azaltacaktır.
Spor, resim, müzik ve genel yetenek sahalarında üstün yetenekli oldukları erken yaşta tespit edilen çocuklara özel eğitim alma ve burs imkânları sağlanarak her üniversitenin belirleyeceği üstün yetenekli öğrenci kontenjanı doğrultusunda diledikleri bölümlere sınavsız girmeleri için düzenlemelerin yapılması, eğitimde adalet konusunda atılan olumlu bir başka adım olacaktır.
Eğitim süreçlerinin bölge, şehir, okul ve öğrenci grubu bazında eğitimciler ve eğitim alanlar özelinde örgütlenmeye teşvik edilmesi eğitimde adalet ilkesinin hayata geçirilmesi açısından önem arz etmektedir. Bu noktada eğitim politikalarının temel karakteristiğinin cesaretlendirme ve kolaylaştırma olduğunun güçlü bir şekilde vurgulanması ve uygulamaya yansıtılması gerekmektedir.
Yeni medyanın ve dijital donanımların sunduğu imkânlar doğru metotlar kullanıldığında neredeyse her bilginin öğretilebilir/öğrenilebilir olabileceği hayalini gerçeğe dönüştürerek eğitimdeki kalite çıtasını yükseltmiştir. Artık bireyler, öğrenme hızları ve becerilerine göre “durdurma, geri sarma ya da atlama” imkânını değerlendirerek teorik eğitim sürelerini kendi koşullarına göre belirleyebilmektedirler.
Yeni medya ile gerçek anlamda bütünleştirilmiş bir eğitim perspektifi; sınav notları ve üst kademeye geçiş için öğrencileri eleme metotlarına tâbi kılmak gibi eğitimi tahakküm kurucu bir havaya büründüren faktörler yerine gerçekten öğrenmek ve herhangi bir alanda ustalaşmak için yeni kaliteli yöntemler sunmaktadır.